10 Nisan 2009 Cuma

Hümik Asitlerin Bağışıklık Sistemine Etkileri

Hümik asitlerin en çok heyecan veren konularından birisi de insan vücudunda oldukça güçlü biçimde ve geniş yelpazede bağışıklık sistemini düzenlemesidir. Hümik asitler virüslerin, patojenlerin ve her türlü bakteriyel enfeksiyonun hücumundan sonra vücudun direncini arttırmaktadır. Onlar bağışıklık sistemini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda da düzenlemektedirler.

Hümik asitlerin timüs bezinin boyutunu arttırdığı tespit edilmiştir. Timüs bezi ergenlik döneminde oldukça belirgindir. İnsan yaşlandıkça da kısalmakta veya kaybolmaktadır. Bu bezdeki artış doğrudan bağışıklığın, gençliğin ve ömrün artmasına delalet etmektedir.

Bağışıklığın Savunma Mekanizmaları

Hümik asitler birçok güçlü savunma mekanizmalarını içermekte ve desteklemektedir. Limfositleri ve vücudun bağışıklık sistemi ile alakası olan antikorları üretmek için timüs bezinin aktivitesini uyarmaktadır. Hümik asitler ayrıca vücudun makrofaj ve T-hücrelerinin üretimini de aktive edip arttırmaktadır. T-hücreleri yabancı istilacıları yok edip vücuttan atarken makrofajlar da onları tüketmektedirler. Hümik asitlerin granülositleri ve interferon-gamma, interferon-alfa, interferon-beta ile tümör nekroz faktörü-alfa’yı da içeren sitokinlerin üretimini uyardığını insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Narin Dengenin Kontrolü

Vücut tarafından üretilen değişik savunma mekanizmaları hümik asitlerce hem uyarılmakta ve hem de kontrol edilmektedir. Hümik asitler dengeyi sağlayarak doğal bir immunomodülatör (bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek maksadı ile kullanılan ilaç) gibi hareket etme kabiliyeti benzersizdir. Bağışıklık sistemini güçlendirmek veya kontrol altında tutmak için insan vücuduna ihtiyaç oldukça takviyeler sunmaktadır. Belirli rahatsızlıklar dış istilacılarca neden olunmamaktadır. Bunlar vücuda kendiliğinden hücum eden bağışıklık sisteminin savunma mekanizması ile olmaktadır. Romatizma, deri veremi (lupus) ve lif dokusu iltihabı gibi otoimmün (doğuştan gelen bağışıklık sistemi) hastalıkları ile oluşan durum buna örnek verilebilmektedir. Bilim adamları virüslerle neden olunan bazı şifası zor hastalıklar da dâhil birçok ciddi hastalığı başarılı biçimde tedavi etmek için bağışıklık sisteminin dikkate alınarak kontrol edilmesi gerektiğini belirlemişlerdir. Şaşırtıcı bir şekilde hümik asitlerin bunu belirli bağışıklık tepkilerini bastırırken ve diğerlerini de arttırırken doğal olarak yaptığı keşfedilmiştir.

Şifası Olmayan Virütik Hastalıklarda Hümik Asitlerin Klinik Etkisi

Son zamanlara kadar Salgın Kanamalı Ateş Hastalığı (Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi gibi) için herhangi bir tedavi bulunmamakta idi. Siklofosfamid ilacı (bağışıklık engelleme ajanı) son zamanlarda şifa olması ümidi ile denenmiştir. Doktorlar bağışıklık sistemini dikkatli biçimde kontrol etmek için onu kullanmayı öğrenmişlerdir. Bu ilaç ayrıca belirli kanser vakıalarında da bir terapi olarak kullanılmaktadır. Fakat, siklofosfamid ciddi yan etkilere sahiptir.

Çin eczacılık ve tıp yöntemleri üzerine eski bir kitap olan ‘Material Medica’da tarif edilen terapiler kanamalı ateş hastalıkların tedavisinde günümüz doktorlarına bir çare olma ümidi vermiştir. Bu sebeple doktorlar enfekte olmuş hastalar üzerinde kapsamlı bir klinik çalışma üstlenmişlerdir. Siklofosfamid iki paralel hastane kliniği çalışmasında hümik asitlerle kıyaslanmıştır. bu çalışamada yaşları 4 ila 78 arasında değişen toplam 178 hasta bulunmakta idi. Hastalardan 100’ü hümik asitlerle tedavi edilirken 78’ine siklofosfamid verilmiştir. Kanamalı ateşin ciddi konumundan dolayı bazı hastalar şoka girmişler, idrar zorluğu çekmişler, hidrosefal (kafatası içinde su birikmesi) olmuşlar veya böbrek problemleri ile karşılaşmışlardır. Böylesine bireysel problemlere uygun acil tedaviler uygulanmıştır. Hastalar vücut sıcaklığı ölçümü, nefes ve kalp atışları, kan basıncı, zehirlilik seviyesi, ateşin derecesi, idrardaki değişim ve trombosit (pıhtı) sayımı yapılarak dikkatlice izlenmişlerdir. Bazı hastalara EKG, beyin omurilik sıvısı testi, karaciğer fonksiyon testi ve kan testi yapılmıştır.

Çalışma sonuçları

Test edilen her kategorideki hümik asit gruplarının ortalama performansı siklofosfamidinkinden bir buçuk günlük çalışma ile daha iyi olmuştur. Normale dönme süresi ise 2 ila 8 gün almıştır. Yüz hümik asit uygulanan hastadan sadece biri ölmüştür. Diğerleri iyileşmiştir. Siklofosfamid uygulanan 78 hastanın ikisi ölmüş, diğerleri iyileşmiştir.

Hümik asitler bağışıklık sistemini düzenleyerek salgın kanamalı ateşi tedavi etme kabiliyeti göstermiştir. Onun tüm terapatik etkilerinin kıyaslaması yapıldığına siklofosfamidden az da olsa daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Doktorlarca yapılan laboratuar çalışmaları hümik asitlerin hücrelerde ve vücut sıvısında bağışıklık sistemini düzenlediğini ve uyardığını, bunun sonucu olarak da bağışıklık fonksiyonlarını normalleştirdiğini veya güçlendirdiğini tespit edilmiştir. Salgın kanamalı ateş ile ilk kez karşılaşan hastaların hücresel seviyelerindeki bağışıklık sisteminin zayıflaması hümik asit kullanımı ile düzeltilebilmiştir. Hümik asitler, T-hücrelerinin aktivitelerinin azalmasından kaynaklanan T-hücre engellenmesini önleyerek hücresel bağışıklık sistemini güçlendirmiştir. Bu da antikorları fazlaca üreten B-hücreleri için riski azaltmaktadır. Vücut sıvısındaki bağışıklık sistemi güçlendirilmiş ve bağışıklık kompleksi azaltılmıştır. Kan damarı duvarları üzerine verilen zarar, kırılganlığın oluşması sebebi ile çok azdır. Kan damarı duvarlarının geçirgenliği önlenmiştir. Hastalık da sonuç olarak kontrol altına alınmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki kanamalı ateşin hümik asitlerce tedavisi, virüs toksinlerini kontrol etmesi ve bertaraf etmesi mümkün olan hücresel bağışıklık sisteminin bir sonucudur. Hümik asitler transparent asidik enzimlere bir inhibitör olarak hareket etmişler ve onun viskozitesinin azalmasını önlemişlerdir. Hücreler arası sıvıda bakteriyel toksinin yayılması sonuç olarak azaltılmıştır.

Transfer Faktörü ve Hümik asit Faktörü İlişkileri

Transfer faktörü” bilimsel terimi sözlüğe 1956’da konulmuştur. Merriam-Webster'in üniversitelere özgü sözlüğü “transfer faktör"ünü şu şekilde tanımlamıştır: “bağışıklık sistemi için aracılık ederek hücredeki görevini yapan bir limfositin ürettiği ve sakladığı; aynı zamanda da duyarlı hale getirilmiş hücre olarak duyarsız durumdaki limfositin içindeki birleşmenin limfosit üzerinde bağışıklıkbilimi kaidelerini sunduğu bir madde.” Bu uzun tanım ne anlama gelmektedir? Bağışıklık sistemi hücreleri özel hastalık istilacıları ile savaştığı zaman onlar diğer bağışıklık sistemi hücrelerine bir uyarı mesajı gönderen bir madde üretmektedirler. Bu yeni teyakkuza geçirilmiş bağışıklık hücreleri aynı maddeyi üreterek, diğer bağışıklık hücrelerini alarma geçirerek uyarı mesajını hatırlamaktadırlar. Bir kez alarm verildiği zaman bağışıklık hücreleri daima düşmanın kim olduğunu ve ona nasıl hücum edileceğini hatırlamaktadır. Bilim adamları bağışıklık sistemini uyaran bu bilinmez maddeyi tanımlamakta gerçekten güçlük çektiklerinden dolayı onu tanımlamak için basit terim olan “transfer faktörü” deyimini bulmuşlardır. Halen bugün bile bilim adamları bu maddeyi tam olarak anlayabilmiş değildir. Bilim adamlarının bildiği şey şudur: anne bebeğini emzirdiğinde hayatı boyunca bebeğine lazım olacak bağışıklık özelliklerini de geçirmektedir. Bu bağışıklık kolostrum adı verilen ilk sütle transfer edilmektedir. Kolostrumdaki en değerli bağışıklık silahı ise transfer faktörü olarak isimlendirilmektedir.

Transfer faktörü dünyadaki birçok bilim adamı tarafından yıllarca çalışılmıştır. Bu konu ile alakalı binlerce çalışma bulunmaktadır. Henüz bugüne kadar bilim bu maddenin nasıl yapıldığına dair ve gerçekte nasıl çalıştığına dair çok az şey bilmektedir. Fakat, bilim adamları bu maddenin hastalık vücuda musallat olduğunda hayatla ölüm arasında fark yaptığını ve bu farkı oluşturmak için çalıştığını bilmektedirler. Bilim adamları süt, masıl (kesilmiş süt), bireysel hücreleri de içeren kolostrumdan büyük ve tanımlanabilen kısımları çıkardıkları zaman geriye kalanın ultramikroskopik transfer faktörü olduğunu bildirmişlerdir.

Transfer faktörünün en iyi tarifi; herhangi bir şekilde fonksiyonel kalan, DNA olması muhtemel, moleküllerin en ince bölümleri olarak yapılmıştır. Bu bölümlerin Yaratıcının verdiği sırlı güç ile kendi kendine kopyalanarak enerjilendirildiği görülmektedir. İşin ilginç tarafı ise birçok yönde hümik asitlerin sırları ve mekanizmaları üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar tam olarak transfer faktörü üzerine yapılan çalışmalarla paralellik arz etmektedir. Şu ana kadar bildiğimiz, hiçbir bilim adamının doğal olarak bu ikisini yan yana koyup kıyaslamamış olmalarıdır. Hümik asitlerle uğraşan bilim adamları onların da ultramikroskopik maddeler olduğunu bilmektedirler. Bu maddeler en benzersiz bir mesaj nakletme sistemine sahiptir. Nakil sistemi ise hümik asitler canlılarla temas hale geçtiği zaman aktif hale getirilmektedir. Transfer faktörü gibi hümik asitler de bağışıklıkla alakalı tek bir bilgi üzerinden geçirerek hücreleri duyarlı hale getirmektedir. Hümik asitlerin de koruma ve savunma mekanizmalarını aktivite etmede yardımcı oldukları tespit edilmiştir.

Tüm canlı organizmalar enfeksiyonlu hastalıklara karşı korumakla görevli bağışıklığı uyaran maddeler üretmektedirler. Hümik asitleri yaşamış olan canlıların son ürünü olarak anladığımız zaman bu maddelerin nasıl transfer faktörü benzeri maddeler taşıdığını anlamak daha da kolay olacaktır. Her insan, bitki, hayvan ve mikroskobik organizma çürüyerek toprak olacaktır. Bu çürüme işlemi içine canlı iken mikroskobik istilacılara, enfeksiyonlara ve virüslere karşı ürettiği kendi transfer faktörü de girecektir. Çürümenin her döngüsü böyle maddelerin meydana getirilmesine ortam sağlayacaktır. Hümik asitler ise bunların tamamının toplamıdır. Bu bağlamda da tüm canlı yaratıklara savunma koruması mesajları veren tabiatın “ilk sütü” veya “kolostrum”udur denilebilmektedir. Hümik asitler aynı zamanda gıda zincirini bir organizmadan diğerine geçirme kabiliyetine de sahiptir. Tıpkı bir annenin bebeğine ilk sütü ile transfer faktörünü geçirmesi gibi…

Bu iki durum birbirine benzemekte midir? Hümik asitler ve transfer faktörü hakkında araştırmalar arttıkça bu ikisinin ortak noktalarının ne kadar çok olduğu görülecektir.

Referanslar

• U. N. Riede, G. Zeck-Kapp, N. Freudenberg, H. U. Keller, and B. Seubert, Virchows Arch. B Cell Pathol. Incl. Mol. Pathol. 1991, 60(1), 27-34.
• M. Kowalska, A. Denys, and J. Bialek, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 393-395.
• J. A. Madej, J. Kuryszko, and T. Garbulinski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 397-404.
• Visser, S.A; Effects of humic substances on higher animals and man; the possible use of humic compounds in medical treatments; 1988; which was presented at the International Humic Substances Society meeting in Sevilla, Spain.
• Shenyuan Yuan, Fulvic Acid, 4 (1988); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Inglot, AD; Zielinksa-Jenczylik, J; Piasecki, E; Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 73-80)
• Blach-Olszewska, Z; Zaczynksa, E; Broniarek, E; Inglot, AD, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz), 1993, 41(1), 81-85).
• Jingrong Chen et al, jiangxi humic acid, 2 (1984); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Hartwell, J.L. "Types of anticancer agents isolated from plants." Cancer Treatment 60: 1031-67.
• Ling, W.H., and P.J.H. Jones. 1995. "Dietary phytosteroils: A review of metabolism, benefits and side effects." Life Sciences 57: 195-206.

Editör: Mümin Dizman

humik.asitler@gmail.com